Giriş: Neden Farkındalık?
Müzisyenlik, dışarıdan bakıldığında çoğu zaman kolay ve eğlenceli bir meslek gibi algılanabilir. Bunun en önemli sebeplerinden biri, müziğin pek çok kişi için yalnızca bir eğlence aracı olarak görülmesidir. Ayrıca, geçmişte teknolojinin sınırlı olması nedeniyle erişilmesi güç olan müzik, günümüzde birkaç dokunuşla ulaşılabilen, gündelik hayatın her anında karşımıza çıkan bir olguya dönüşmüştür. Bu durum, bireylerin zihninde müziğin kolayca üretilen bir “ürün” olduğu yönünde bir yanılgı yaratabilir. Dolayısıyla, insanlara keyif veren bu “ürünleri’’ ortaya koyan müzisyenlerin de rahat ve dertten uzak hayatlar yaşadığına dair bir ön yargı gelişmesi olağandır. Sonuçta toplumda en görünür pozisyonda olan müzisyenler kendi alanlarında en başarılı olanlardır ve sahnede müziklerini icra ederken, dışardan bakıldığında, oldukça mutlu gözükürler.
Oysa bu algı, müzisyenlerin öğrenme ve üretim süreçlerinin gerçekliğini yansıtmaktan oldukça uzaktır. Hem müziği öğrenmek hem de yaratmak uzun soluklu, yoğun emek gerektiren “süreçlere” dayanmaktadır ve bu süreçlerin içinde yer alan müzisyenler, kariyerleri boyunca, kendilerine özgü pek çok zorlukla baş etmek zorunda kalmaktadırlar. Söz konusu zorluklar, özellikle müzik öğrencilerinin psikolojik ve pedagojik gelişim süreçlerinde belirleyici bir rol oynayabilir.
En son ne zaman enstrümanınızı çalışmak için elinize almak yerine sosyal medyada saatler geçirdiğinizi veya sırf çalışmamak için odanızı temizlemek gibi yapay bir etkinliğe giriştiğinizi düşününüz. Hiç böyle bir şey başınıza geldi mi? Peki bir konserden önce heyecanınızı kontrol etmekte zorlandığınız zamanlar oldu mu? Kendinizi akranlarınızla ve hatta kendinizden çok daha deneyimli müzisyenlerle karşılaştırıp boş yere moralinizi bozduğunuz oldu mu? Peki gerçekten çalışmanız gereken pasajları, egzersizleri erteleyip zaten bildiğiniz şeyleri, öylesine, tekrar tekrar çalıştığınız oldu mu?
Bu soruların kaçını “evet” ile cevapladınız? Evetleriniz eğer hayırlarınızdan fazlaysa üzülmenize gerek yok, çünkü size iki iyi haberim var: (1) Yalnız değilsiniz ve (2) size yardımcı olabilecek bir yöntem biliyorum.
MÜZİK ÖĞRENCİLERİNİN KARŞILAŞTIKLARI ZORLUKLAR
Performans Kaygısı:
Hiç sahneye çıkmadan önce ellerinizin titrediğini, kalbinizin hızlandığını ya da “ya hata yaparsam?” düşüncesinin zihninizde dönüp durduğunu hissettiniz mi? Eğer cevabınız “evet” ise yalnız değilsiniz. Aslında bu durumu tanımlayan bir terim bulunmaktadır: Müzikal Performans Kaygısı (MPK). MPK, müzik icra ederken ortaya çıkan doğal bir tepkiyi anlatmaktadır ve bedensel (terleme, titreme), zihinsel (endişe) ve davranışsal (kaçınma, erteleme) gibi belirtiler ile ilişkilidir.[1]
MPK bir istisna değildir, tam tersine çoğu müzisyenin hayatlarının en az bir bölümünde deneyimlediği bir olgudur. 80’li yıllarda, İsviçre’de hem öğrenciler hem de profesyonel müzisyenler üzerinde yapılan bir araştırmada katılımcıların yarısının MPK belirtilerine sahip olduğu gözlemlenmiştir[2]. Profesyonel müzisyenler, yani müzikten geçimini sağlayan kişiler üzerinde yapılan daha geniş bir inceleme ise bu oranın %60’lara kadar çıktığını ve her üç müzisyenden birinin MPK belirtilerini diğer müzisyenlere oranla daha bariz bir biçimde sergilediğini ortaya koymuştur[3]. Bu bilgiler ışığında performans kaygısının aslında müzisyen olmanın çok olağan ve yaygın bir parçası olduğunu ve başarıyı imkânsız kılan bir engel olmadığını ifade etmek gerekmektedir.
Peki kaygının kaynağı nedir? Mindfulness (farkındalık) yaklaşımına göre, zihnimizin şu anda yapmamız gereken işe değil, geçmiş ya da gelecekle ilgili düşüncelere odaklanması müzikte performans kaygısının başlıca nedenidir. Zihnimiz anlık olarak gerçekleştirdiğimiz icrada, enstrümanımızdan çıkan sesler ve müzik yaparken bedenimizde oluşan hisler yerine gelecekte yaşanması olası olan negatif olaylara veya geçmişte yaşanan deneyimlere odaklandığında kaygı kendisini göstermektedir. Esasında, doğru şeylere odaklanmış bir zihin kaygıya karşı kendini koruyabilmektedir.
Ne yazık ki bilimsel literatür, insanların genelinin uyanık oldukları zamanın neredeyse yarısını geçmiş ya da gelecek hakkında düşünerek geçirdiğini belgeler niteliktedir[4]. Dolayısıyla, zihnin sık sık “şimdi”den uzaklaşması sadece sahneye veya müzisyenlere özgü bir durum değildir, aksine hayatın her alanında, her kesimden insanı etkileyen bir olgudur. Dahası günümüzde insanların dikkatini dağıtabilecek ve öğrenme sürecinden uzaklaştırabilecek pek çok dış etken bulunmaktadır: örneğin sosyal medya, gelecek kaygısı, ekran bağımlılığı ve sayamadığımız daha birçok olgudan bahsetmek mümkündür[5].
İşte farkındalık (mindfulness) tam da bu noktada devreye girmektedir. Farkındalık hayatın genel akışı içerisinde “geçmiş ve gelecek yerine, dikkatimizi yeniden şimdiye, yaşadığımız ana, enstrümanlarımıza ve elbette diğer hobi ve sorumluklarımıza çevirmek için bize pratik araçlar sunmaktadır. İlerleyen bölümlerde farkındalığın ne olduğunu, neleri hedeflediğini ve nasıl çalıştığını daha detaylı bir biçimde işleyeceğiz.
Ben-Merkezli Düşünme: Sorunların Kaynağı
Daha önce bahsettiğimiz, bireyin anlık deneyiminden uzaklaşarak düşünce dünyasında yarattığı geçmiş veya gelecekte yaşanmış veya yaşanması mümkün, çoğu zaman kurgusal ve duygusal olarak yüklü hayal kurma ve düşünme biçimine ben-merkezli düşünme adı verilmektedir. Bu düşünme tarzı ile ilgili ilginç bir detay çoğu zaman bireyin zihninde istemsiz bir biçimde ortaya çıkmasıdır. Öyle ki çoğu insan bu düşünceleri yaşadığının farkına bile varmadan saatler geçirebilmektedir; ardından geçirdiği zamanın nereye gittiğini ve o sürede yapması gerekenleri neden yapmadığı hakkında fikir sahibi olmaması da kuvvetle muhtemeldir. Bu düşünce tarzının bağımlılık yapıcı bir yönü de bulunmaktadır. Araştırmalara göre kendimizle ilgili düşünmek, beynimizde kokain ve diğer bağımlılık yapan maddelerle aynı ödül mekanizmalarını harekete geçirmektedir. Geçmişi didiklemek ya da geleceği kurcalamak, kısa süreliğine bir tatmin hissi yaratabilirken uzun vadede bir bağımlılık döngüsünü var edip bizi içine hapsedebilmektedir.
Esasında ben-merkezli düşünme tamamıyla zararlı bir şey değildir ve evrimsel olarak uyum sağlayıcı tarafları bulunmaktadır. Zihin bu moddayken geçmiş yaşantılardan otobiyografik dersler çıkarır, geleceğe dair olasılıkları prova eder (tehlike/ödül senaryoları) ve sosyal dünyada başkalarının kendilerine dair bakış açılarını anlamayı hedefler. Ancak ben-merkezli düşünme tarzının kontrolünün kaybedildiği örneklerde kişinin ilişkilerine, eğitim hayatına ve öz-yeterlilik hissine zarar veren davranış ve düşünsel kalıplarla karşılaşmak mümkün hale gelir ki kaygı bunlardan sadece bir tanesidir.
Ben-merkezli düşünce kaynaklı başka bir yaygın alışkanlık da kendini kıyaslamaktır (maalesef bu müzisyenler arasında da gözlemlenebilen alışkanlıktır). Bir müzik öğrencisi, çoğu zaman kendi yetenek ve bilgilerini, akranlarıyla ya da yıllarını bu işe vermiş daha deneyimli müzisyenlerle karşılaştırabilir. Hatta, kimi zaman bu kıyaslama kısa vadede motive edici olabilir; kişi başkalarına yetişmek için kendini daha çok çalışmaya teşvik eder. Ancak öğrenci beklediği ilerlemeyi göremediğinde ya da çevresindeki bir arkadaşının kendi elde edemediği bir başarıyı elde ettiğine tanıklık ettiğinde, bu kıyaslama kolayca olumsuz duygulara dönüşebilir.
Böyle anlarda birey, kendini başkalarının gölgesinde hissedebilmekte, eğitim süreci bir öğrenme ve keşif alanı olmaktan çıkarak, sürekli başkalarıyla yarışılan bir sınava dönüşebilmektedir. Enstrüman ise zevk ve merak kaynağı olmaktan ziyade, bireyin yetersizliğinin hatırlatıcısı haline gelebilmektedir. Uzun vadede bu durum, müzikten alınan tatmini azalmasına, öğrencinin gelişiminin yavaşlamasına ve kendine yönelik yargıları beslemesine yol açabilmektedir. Oysa her öğrencinin ilerleyişi farklıdır. Karşılaştırmaların yarattığı baskıyı fark edebilmek ve dikkati yeniden kendi sürecine, kendi gelişimine ve müzikle kurduğu bağa döndürebilmek hem sağlıklı bir öğrenme tutumunu hem de müzikten duyulan keyfin korunmasını sağlamak açısından önem teşkil etmektedir.
Müzik öğrencilerinde bu düşünme şekli, kıyaslama davranışının yanısıra çalışmadan kaçınma ve başarıya tutunma gibi oldukça olumsuz sonuçlara gebe alışkanlıkların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Çalışmadan kaçınma zihnin zor bir görevle karşılaşması ile başlamaktadır. Zihin konfor alanından ayrıldığında başarısızlık ihtimali, daha fazla ben-merkezli negatif duygu ve düşüncenin kapısını aralar. Bu rahatsız edici duygularla yüzleşmek yerine, birey dikkatini başka yöne çevirmeyi seçer; böylece kısa vadede kaygısını azaltır. Ancak uzun vadede bu kaçınma, öğrenme sürecinin yavaşlamasına ve kaygının güçlenmesine neden olur. Yani geçici bir “rahatlama” sağlansa da öğrencinin gelişimini engelleyen bir kısır döngü yaratılmıştır.
Bazı durumlarda çalışmadan kaçınma müzik pratiğinin içerisinde kendisini gizleyebilmektedir. Öğrenci yeni ve kendini geliştireceğini bildiği ancak zorlayıcı bulduğu bir egzersiz veya parça yerine konfor alanındaki veya zaten önceden alışık olduğu rutinleri pratiğine katarak gizlice (hatta kendisinden de gizli biçimde) ciddi pratikten kaçınma eylemine girişebilir. Bu alışkanlıklar, tartışmasız biçimde öğrencinin müziksel gelişimini yavaşlatma potansiyeline sahiptir ancak bu alışkanlıkların kırılması gayet mümkündür; Dahası farkındalık bize bu süreçte yardımcı olabilecek birçok araca sahiptir.
FARKINDALIK NEDİR?
Mindfulness (Türkçeye bazen farkındalık, bazen ise bilinçli farkındalık olarak çevirilmektedir), son yıllarda sıkça duyduğumuz bir kavram olsa da aslında çok eski bir insani beceriyi ifade etmektedir: Şimdiki zamanda var olabilmek.
Farkındalığın Kökenleri
Farkındalık kavramının kökenleri esasında Doğu’dan, özellikle Budist geleneklerinden gelmektedir. Bu kavram milattan önce 5. Yüzyıldan modern psikolojiye uzanan bir entegrasyon ve dönüşüm süreciyle günümüze ulaşmıştır. Farkındalık (mindfulness) kavramının kökeni, antik Sri lanka’da konuşulan Pali dilindeki “sati” kavramına ve Theravada Budizminin temel metinlerinde tarif edilen diğer dikkat, farkında olma ve zihni gözlemleme pratiklerine dayanmaktadır. Yüzyıllar boyunca bu öğretiler, özellikle Satipatthana Sutta ve Vissudhimagga gibi metinler aracılığıyla yapılandırılmış, zihni açıklayan sistematik bir kuramsal modele ve bu modeli temel alan meditasyon yöntemleri hâline gelmiştir.
19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Vipassana hareketi, bu kadim pratikleri ritüel formlarından arındırarak daha seküler ve deneyimsel bir halde, Güney-doğu Asya’da geniş kitlelere ulaştırmıştır. Bu esnada Vippasana hareketinin amacı dini ibadetten ziyade normal işçi sınıfı Burmalıların kendi başlarına uygulayabileceği bir deneyimsel meditasyon yöntemi sunmaktı. Vipassana hareketinin sunduğu bu sadeleştirilmiş yöntem, 20. yüzyılın ortalarında Asya’da doğu meditasyon gelenekleri hakkında eğitim alan bazı Batılı araştırmacıların ilgisini çekmiştir. Vippasana metodu, Goldstein ile Kornfield gibi araştırmacılar aracılığıyla böylece ABD’ye taşınmıştır. Bu süreçte vippasana teknikleri, dini bağlamından büyük ölçüde ayrılarak seküler batı ortamlarında uygulanabilir bir meditasyon tekniği haline gelmiştir.
1979’da Jon Kabat-Zinn, bu birikimi bilimsel ve klinik bir çerçeveyle birleştirerek Mindfulness-Based Stress Reduction (MBSR) programını geliştirmiştir. Kabat-Zinn’in yaklaşımı, farkındalık kavramını ve farkındalık temelli meditasyon uygulamalarını kapsamlı bir biçimde bilimsel çerçeveye oturtmuş; bu yapıyı yoga ve Zen başta olmak üzere çeşitli Doğu pratiklerinden ödünç alınan unsurlarla harmanlamış, aynı zamanda stres fizyolojisi ve davranış bilimlerinden gelen kuramsal ve ampirik bilgilerle bütünleştirmiştir. Böylece geniş kitleler tarafından uygulanabilir bir yöntem olan mindfulness günümüze kadar ulaşmıştır. Günümüzde farkındalık evrensel bir iyi olma ve meditasyon yaklaşımı halini almıştır.
Farkındalığın Operasyonel Tanımı
Farkındalığın ana geliştiricisi olan Jon Kabat-Zinn’e göre farkındalık bir varoluş şeklidir; daha spesifik olmak gerekirse bu kavram tamamen hayatla ilişki kurmak ile alakalıdır. Zinn’e göre Farkındalık “Şimdiki anda, kasıtlı bir biçimde, yargısızca dikkat etmek” anlamına gelmektedir. Bu tanımda üç öğe karşımızsa çıkmaktadır.
Bir, Şimdiki anda var olmak: yani geçmişte yaşananlarla veya gelecekte yaşanabilecekler ile ilgilenmek yerine içinde bulunabileceğimiz tek vakit olan “şimdiki an” içinde var olmak.
İki, Kasıtlılık, bizim için odaklandığımız şeyle ilgilenmeyi bilinçli olarak seçmemizi anlatır. Yani eğer çalgı çalışmamız gerekiyorsa çalgı çalışmayı kasıtlıca seçmemiz ve bizim dikkatimizi dağıtan etkenlerden kasıtlıca uzak durmamızdan bahsediyoruz.
Üçüncü öğe ise yargısızlıktır. Yargısızlık dikkat ettiğimiz şeye değer yargıları oluşturmadan yaklaşmayı anlatmaktadır.
Bu tanımın dışına çıktığımızda Kabat-Zinn’in betimlediği 7 temel tutumla karşılaşabiliriz. Bu tutumlar bizim farkındalık eğitimi ile gündelik hayatımıza entegre etmeyi hedeflediğimiz tutumlardır.
(1) Yargısızlamama:
Yargılamama olanlar hakkında değer yargısı oluşturmadan, yani “iyi–kötü”, “doğru–yanlış” diye etiketlemeden gözlemlemektir. Bu tutum kişinin etrafına ve kendi içerisine tarafsız gözlerle, sanki dışarıdan izlercesine bakabilmesini ve yaşantısını objektif bir biçimde değerlendirebilmesini sağlamaktadır. Örneğin, Bir müzisyen prova sırasında küçük hatalar yaptığı zaman kendini “yetersiz” diye yargılarsa, çalışmaya ve öğrenmeye yönelik motivasyonu azalacaktır. Bunun yerine yaptığı hataları fark ettiği ilk anda yargısız kalabilirse, hatalarını daha objektif bir biçimde yorumlayabilir; böylece hem özgüveni korunur hem de öğrenme isteği ve müzikal gelişimi güçlenir.
(2) Sabır:
Sabır, karşılaşılan olayların doğal süreçlerine izin vermektir. Günlük hayattan bir örnek verirsek, spor yapan bir kişi eğer çok hızlı sonuçlara ulaşmak hırsı ile idman esnasında güvenli sınırları aşarak kapasitesinin üzerindeki hareketler yapmaya kalkışırsa, sakatlanabilir ve esas hedefi olan kaslı vücuttan, başladığı noktaya göre daha da uzaklaşmış olur. Aynı şey müzikte de geçerlidir, gerçekten faydalı bir süreç izlemek yerine hırsla acele etmeyi seçersek gerçek hedefimizden daha da uzaklaşırız.
(3) Başlangıç Zihni:
Bu tutum özünde her şeyi hayatında ilk kez gören bir çocuk edasıyla dünyaya taze bir merak ile yaklaşmaktır. Bu tutum sayesinde kendi önyargılarımızı bir kenara bırakarak dünyaya dair daha önce fark edemediklerimizin farkındalığına varabiliriz. Bu kapasitenin geliştirilmesiyle anlık yaşantılar gözlemlendiğinde “şimdinin” zengin içeriği daha rahat anlaşılabilir. Bu tutumu daha iyi anlamak için bir aşçı hayal edin. Bu aşçı yıllardır yaptığı bir yemeği hazırlarken bile malzemelere ilk kez dokunurcasına dikkat ve merakla yaklaşırsa, yemeğin tadındaki en küçük değişimleri bile fark edebilir. Otomatik pilotta gözden kaçan ayrıntılar bir anda görünür hâle gelir.
(4) Güven:
Güven tutumu, bireyin kendi bedenine, sezgilerine ve bedenle zihninin süreçlerine olan inancıdır. Bu tutum, kişinin dışsal etkenlere ve yargılara bağımlı olmaksızın kendi iç deneyimini güvenilir bir rehber olarak kabul etmesini içermektedir. Güven tutumu farkındalık yöntemi ile geliştirildiği taktirde, kişi hem istediği hedeflere daha büyük bir şevk ile ilerleyebilir, hem de bunu yaparken iç huzurunu koruyabilir.
(5) Zorlamamak:
Zorlamama tutumu bir hedefe ulaşmaya çalışmadan, sadece o anda var olmayı kabul etmektir. Bu bağlamda zorlamamak, kişinin anlık deneyimle kurduğu ilişkiyi daha kabullenici, esnek ve açık bir hale dönüştürebilir. Gerçek hayatta zorlamamak şu şekilde gözükebilir: Bir dil öğrencisi, hedef dilinde 100 tane kelimeyi bir günde ezberlemek için bir sözlük açıp kendini paralarsa hem şevki kırılabilir hem de uzun vadede performansı yetersiz kalabilir. Ancak, hemen 100 kelime öğrenmek gibi bir uğraşa girişmek yerine, sadece sürece odaklanıp, hedef dilinde sevdiği bir kitap okurken sözlüğü kontrol ederse kelimeleri doğal bağlamında daha sağlıklı ve kalıcı bir biçimde öğrenebilir.
(6) Kabul: Kabul tutumu, olanı olduğu gibi görmek, direnmeden deneyime alan tanımaktır. Kabullenme, teslimiyet ya da pasiflik değildir; durumun farkında olup bilinçli seçim yapabilmektir. Kabul etmek hayatımızı birçok şekilde kolaylaştırabilir. Örneğin, bedeninizde bir ağrı olduğu zamanları hatırlayın. Ağrı devam ederken onunla savaşırsanız, ona karşı isyan ederseniz, bu sizin acıya daha da odaklanmanıza yol açar, ancak sorununuzun varlığını kabul ederseniz ve onunla savaşmayı bırakırsanız, ağrıyı artık daha az hissettiğinizi fark edeceksiniz.
(7) Bırakmak: Bırakmak, düşünce ve duygulara tutunmadan, geçmelerine izin vererek özgürleşmektir. Bu tutum, zihnin alışkanlık hâline getirdiği bağlanma ve kaçınma süreçlerinin fark edilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bırakma tutumu, bireyin düşünceleriyle kendisini özdeşleştirmemesini ve düşüncelerin gelip geçiciliğini gözlemlemesini mümkün kılar. Örneğin, bir müzisyen, çalışırken sürekli yaptığı eski bir hatayı düşünmeye başlarsa, dikkati dağılabilir ve tekrar aynı hatayı yapma olasılığı yükselir, ancak geçmişi bırakmayı başardığı an icra ettiği müzik doğal akışında, rahatlıkla çözümlenebilir.
Hayatla bu tutum ve prensipler aracılığıyla bir ilişki kurduğumuz zaman zihnimiz, bedenimiz, yaptıklarımız ve bizim etrafımızda gerçekleşen olaylar ile ilgili yeni öngörüler elde etme fırsatına sahip oluruz.
Farkındalık tam olarak bu nedenle günümüzde popüler bir yöntem halini almıştır. Okullarda bize çoğunlukla nasıl düşüneceğimiz öğretilir; oysa ne zaman düşünmemiz gerektiği veya zihnimizi nasıl dinlememiz gerektiği pek işlenmez. Özellikle genç ve deneyimsiz olduğumuz dönemlerde, hangi konuyla ne zaman ilgilenmemiz gerektiğini kestirmek güçtür. “Biraz ders mi çalışsam?” diye başlayıp “5dk reels kaydırayım da sonra hemen çalışmaya başlarım” ile sonuçlanan girişimleriniz mutlaka olmuştur. Üstelik dikkatimizin para ettiği, ilgimiz için birbirleriyle yarışan sektörlerin ve şirketlerin giderek baskınlaştığı günümüzde, zihnimizin izini kaybetmek her zamankinden daha kolaydır. Farkındalık ise bu karmaşanın içinde yönümüzü bulmamızı ve dikkatimizi bilinçli biçimde yönetmemizi sağlayan güçlü araçlar sunar.
Farkındalık Nasıl Geliştirilir?
Peki farkındalık nasıl geliştirilir? farkındalığı geliştirmenin ana yolu bizim öğreneceğimiz yöntemde farkındalık meditasyonlarıdır. Farkındalık meditasyonları belirli bir objeye, yargısız ve kasıtsızca – yani farkındalıkla – odaklanarak gerçekleştirilen etkinliklerdir. Bahsettiğimiz objeler içsel veya dışsal olabilir. Örneğin düşüncelerimiz, hislerimiz, nefesimiz ve bedensel duyularımız gibi içsel öğeler meditasyon objesi olarak seçilebilir. Aynı zamanda, ortamsal sesler veya diğer insanlarla olan ilişkilerimiz gibi dışsal öğeler de meditasyonların konusu halini alabilir. Eğitime katılırsanız sürecin sonunda bu meditasyon uygulamaları hakkında çok daha detaylı bilgiye sahip olacaksınız.
Biraz da farkındalığın faydalarından bahsedelim.
Farkındalığın Faydaları
(1) Kaygı ve stres ile mücadele: Farkındalık eğitimleri bize gündelik hayatın stresi ile başa çıkmak için değişik yöntemler sağlar. Bu yöntemlerin etkinliği bilimsel araştırmalar tarafından desteklenmektedir.
(2) Odaklanma ve verimlilik: Klinik araştırmalarda farkındalığın odaklanma düzeyleri, kısa süreli hafıza ve akademik performans üzerinde olumlu etkiye sahip olduğu kanıtlanmıştır.
(3) Bedensel Farkındalık: Farkındalık bedenlerimiz ve hareketlerimizi daha iyi tanımamıza, dolayısıyla kendimizle daha barışık olmamıza yardımcı olur.
(4): Zaman Yönetimi: Farkındalık neyi ne zaman düşünmemiz gerektiği/ neye ne zaman odaklanmamız gerektiği hakkında karar verirken bize yardımcı olur.
(5): Kişisel Gelişim: Farkındalık bilişsel ve davranışsal kalıplarımızı görmemize ve tarafsız bir biçimde değerlendirmemize yardımcı olarak kişisel gelişimin kapısını aralar ve otantik benliğimizi bulmamıza yardımcı olur.
(6): Sosyal İlişkiler: Farkındalık sosyal ilişkilerimizde daha anlayışlı ve sabırlı olmamıza yardımcı olur. Karşı tarafı daha iyi anlamamızı sağlayarak kişiler arası ilişkileri destekleme potansiyeline sahiptir.
Eğitimin İçeriği ve Katılımcıların Sorumlulukları
A-) Haftalık sunumlar ve 5 kişilik gruplar
Bu çalışma 5-6 kişilik küçük gruplar halinde gerçekleştirilecektir. Her hafta iş yükünüz toplantılar ile birlikte toplam 50 ile 70’dk arasında olacaktır. Toplantı formatı kısa bir sunum, tartışma kısmı ve eğitmen eşliğinde gerçekleştirilecek bir meditasyon şeklinde olacaktır. Toplantının ardından aynı meditasyonu evde önceden kaydedilmiş sesli rehberli meditasyonlar ile eğitim sürecinde belirtilen miktarda tamamlamanız istenecektir.
B-) Ölçekler
Eğitimin ilk haftasında ve son haftasında likert değerlendirmeli 3 ölçek doldurmanız istenecektir. Bu ölçekleri lütfen içtenlikle doldurunuz.
C-) Meditasyon günlükleri
Her hafta farkındalık meditasyonlarında ve eğitim sürecinde hissettiklerinizi, öğrendiklerinizi ve bunun hayatınıza (özellikle eğitim hayatınıza) etkilerini içeren günlükleri araştırmacı ile paylaşmanız. (Kelime sınırı yoktur; istediğiniz kadar kısa veya uzun olabilir.)#